Kim korkar inovasyondan?
İşe alımlarda diğer firmaların hantallığını başarıya dönüştürmek üzerine.
Yazıya geçmeden önce size bir haberim var! Hafta sonu boyunca eski yazılarımı toparlayıp elden geçirdim, eksiklerini gediklerini kapatacak fazladan yazılar ekledim ve sonunda ~40 sayfalık kısa bir e-kitap haline getirdim. Bu ilk kitap denememi yakında siz kayıtlı okurlarımla ücretsiz olarak paylaşacağım!
İlk kitabımın hedefi yeni ve tecrübeli yazılımcılara kariyer yollarında yardımcı olmak olacak. Paylaşmak için çok heyecanlıyım, ama üzerine çok titrediğim için şimdi kapak ve tasarımlarıyla vakit geçiriyorum. Eğer kayıtlı değilseniz kayıt olmak için aşağıdaki butona tıklayı unutmayın!
Gelelim bu haftanın yazısına. Pandeminin başında “yeni normale” hazırlandığımız günleri hatırlıyor musunuz? Başlangıçta sokakları yıkayarak başladık, sonra eve aldığımız paketleri suyun altında sabunlu suyla köpürte köpürte yıkadık. Maske hayatımıza girdi ve görmediğimiz bir mikroptan evimizde saklandık. İşe gitmek 1 saatlik trafik ya da tatsız bir yolculuktan, beş dakikalık pijamalı bir yolculuğa dönüştü. Ardından evden çıkarken kontrol listesine telefon ve cüzdanın yanına bir de maske ekledik. O zamanlar yeni normalin bu olduğuna o kadar iknaydık ki, bir daha ofislere dönmeyiz dedik.
Şimdilerde son iki yılın ekonomide yarattığı deliği kapatmaya çalışırken bir yandan da bir çok firma çalışanlarıyla ofise dönme kavgası veriyor. Çoğunlukla evden çalışan birisi olarak eskiden nasıl her gün ofise gittiğimi aklım almıyor. Üstelik ben evden çalışmayı sevmeyenlerdendim!
Eğer sadece “eski kafalı” firmalar ofise dönmeye çalışıyor diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Apple çalışanlarını haftanın çoğunluğunda ofise geri çağırıyor. Hatta öyle ki bunu yaparken üst düzey yönetici kaybetmeyi bile göze alıyor!
Microsoft’un 31,102 firmayla yaptığı ankete göre firmaların %50’si gelecek sene tam zamanlı olarak ofise dönmeyi planlıyorlar. Apple CEO’su Tim Cook’a göre görüntülü konuşmalar ekibin ihtiyacını karşıladı, ama bir arada olmanın sağladığı avantajlar hala daha eksik.
Ofise dönüşe karar veren firmaların yakın zamanda yaşayacakları en büyük sorun işe alımlarla ilgili olacak diye düşünüyorum. Bu noktada bir çok kişi %30 fazla maaş alıp ofise mi gitmeliyim yoksa evden mi çalışmaya devam mı etmeliyim gibi bir tartışmadan muhtemelen evden çalışmayı seçecektir diye düşünüyorum. Ancak bunun aksini isteyenlerin de olduğuna eminim.
Bence bu durum özellikle Avrupa marketinde ilginç bir durumu beraberinde getiriyor ve bu haftanın konusu olan Innovator’s Dilemma kavramına harika bir şekilde yakışıyor. Gelin önce bunun ne demek olduğunu inceleyelim.
Başarılı firmalar, başarılı oldukları süre boyunca yaptıkları yeniliklerle birlikte büyürler ve zaman içerisinde kendilerine özgü iş süreçleri, kurumsal iletişim yöntemleri ve kültür oluştururlar. Daha sonra da kendilerine bu başarıyı getiren kültür ve süreçleri değiştirmek daha da riskli hale gelmeye başlar. Yani önceden inovasyonla büyüyen firmalar, zaman içerisinde inovasyon yapmamaya başlarlar. Bu konuya en güzel örneklerden bir tanesi Blockbuster adındaki Amerikalı DVD kiralama firması.
Blockbuster, 2002 yılında bir film kiralama firması olarak 5 milyar dolar değerinde ve global olarak binlerce dükkanı olan başarılı bir firmaydı. 2002 yılından itibaren sahneye giren Netflix, 5 yıl içerisinde Blockbuster ile rekabete girip, rekabeti kazanmayı başardı. Peki ne oldu? Blockbuster, eski iş modeli olan dükkanlarından DVD kiralama modeline devam etti. Ancak Netflix, posta üzerinden DVD kiralamaya başladı. Zaman içerisinde teknolojinin ilerlemesiyle Netflix bir yayıncıya dönüşürken, eski yöntemlerini değiştiremeyen Blockbuster pazardan silinmiş oldu. Şu anda Netflix’in geldiği yeri düşünürsek, sadece yayıncılıktan öteye giderek artık bir yapımcı şirket olarak hayatına devam ediyor. Bu yıl harika bir yıl yaşadığı söylenemese de, en azından örneğimiz açısından başarılı bir teknoloji şirketine dönüşmeyi başardı diyebiliriz.
Innovator’s Dilemma kitabında Clayton Christensen iki çeşit yenilikçilikten bahsediyor; Sürdürülebilir Yenilikçilik (Sustainable Innovation) ve Yıkıcı Yenilikçilik (Disruptive Innovation). Sürdürülebilir yenilikçilik, az riskli olan ve ürünün performansını müşterilere değer katarak mevcut pazarda arttırmasıyken, yıkıcı olan yenilikçilik ise farklı bir market oluşturup mevcut marketi sarsmayı hedefler. Yani Blockbuster dükkanlarından DVD kiralamaya alışkın müşterileri için hizmet vermeye devam ederken, Netflix posta ile DVD göndererek yeni bir müşteri kitlesi oluşturmaya ve sonunda Blockbuster’ın müşteri kitlesini sarsmaya başlaması gibi.
Peki bunun yazılımcı piyasası ile ne ilgisi var?
Burada müşterilerinizin yazılımcılar olduğunu düşünün. Sizin yazılımcı bulmanıza engel olan firmalar hangileri? Kimlerle rekabet ediyorsunuz? Onlar yazılımcılara nasıl bir mülakat deneyimi sağlıyor ve sonrasında nasıl bir çalışan deneyimi sunuyor? Neler teklif ediyorlar?
Bunu çözdükten sonra, bu alanda nasıl bir inovasyon yapabilirsiniz diye düşünebilirsiniz. Size bu konuyla ilgili bir örnek vermeye çalışayım.
Son 5 yıldır çalıştığım firmaların hepsi birer scale-up firmalardı. Yani hızlı bir şekilde büyüyerek çok fazla kişiyi işe alma hedeflerimiz vardı. Geçtiğimiz yıllardaki yazılımcı pazarını ve maaşlarının dramatik artışlarını göz önünde bulundurursak bu zorlu bir hedefti. Üstelik o zamanlarda da büyük teknoloji firmalarının da ciddi büyüme hedefleri vardı. Dolayısıyla işe alım konusundaki en büyük rakiplerimiz Meta, Google, Spotify ve Amazon gibi firmalar olmuştu. Bu firmaların işe alım süreçlerini deneyimleyip, araştırdıktan sonra adayların hangi konulardan şikayetçi olduklarını, ne gibi avantajlarını beğendiklerini araştırmaya ve belirlemeye koyulduk. Bizim tespit ettiğimiz konular:
İşe alım süreci çok uzundu, çok fazla zorlu mülakatlardan geçiyorlardı.
Kriterleri çok yüksekti, en ufak bir riski bile göze almadan adayları eleyebiliyorlardı.
Görüşmelerdeki algoritma ve sistem tasarımı soruları bir çok adayın tecrübesini yansıtmıyordu. Dolayısıyla adayların bu görüşmelere hazırlanması gerekiyordu.
Süreç çok mekanik işliyordu, mülakat yapanları çok mekanik buluyorlardı.
Artıları nelerdi?
Çözdükleri problemler dünyada başka firmalarda karşılaşılmayacak ölçeklerdeydi. Özel bir tecrübe kazanma fırsatı sunuyordu.
Maaşlar bizim verebileceğimiz maaşların x2 katına yakındı.
Bu rekabetten başarılı çıkabilmek için bu zayıf yönlere odaklanarak işe alım sürecimizi buna göre tasarlayıp farklı bir deneyim yaşatmaya çalıştık. Bir scale-up olarak teknik kriterlerimiz yüksek olsa da, büyük firmalara göre daha fazla risk alarak 100% olmayan adayları da işe alarak riskli işe alımlara tamam diyebiliyorduk. Bunun sonucunda girdi sayımızı arttırıp, içeride 3-6 aylık deneme sürelerini daha sıkı ve ciddi uygulayabileceğimiz bir sistem geliştirdik. Yani büyük hantal ve muhafazakar firmaların aksine, hızlı ve çevik bir şekilde hareket ederek sürecimizi hıza göre optimize ettik. Bu sayede o firmalarla görüşen adaylar henüz diğer taraftaki süreci bitirmeden teklif verebiliyor, süreç boyunca onlara güzel bir aday deneyimi sunuyor ve sonunda da istediklerinden %10-20 daha fazla bir teklif ya da işe alım bonusu sunarak kafalarını karıştırabiliyorduk. Yani, büyük firmalarla risk alamamalarını avantajımıza dönüştürmeyi başarmıştık.
Bu tabii ki her büyük firma hantal olmak zorundadır demek değil, yıkıcı yenilikçiliğin farkında olan çok fazla büyük firma da var tabii ki. Ancak buradaki önemli konu firmaların sürekli yenilikçi kalmak için denemeye ve risk almaya devam etmeleri gerektiği.
Örneğin en çok duyduğum yöntemlerden birisi, büyük bankaların rekabetçi küçük banka startup’larına karşı firmalar kurduğu yönünde. Yani büyük firmalar rekabeti kaptırmamak için küçük rakiplerine yeni rakipler üretmek için yatırım yapıyorlar. Bunu da tek bir firmaya değil, birden fazla firmaya adeta bir VC gibi yatırım yaparak gerçekleştiriyorlar. Günün sonunda başarılı olan ürünleri ölçeklendirirken, başarısız olanları da öldürüyorlar. Böylece kendi kültürlerinin zarara uğramamasını sağlarken, risklerini küçük teknoloji firmalarına dağıtarak risklerini azaltmış oluyorlar.
Rekabet bence firmaların başına gelebilecek en güzel şeylerden birisidir, çünkü rekabet firmaları ve çalışanlarını yaratıcı olmaya zorlar. Böylece yaratıcı çözümler deneyerek tecrübe kazanır kendinizi geliştirirsiniz. Önemli olan rekabeti nasıl karşıladığınız ve buna cevap olarak sistemli düşünüp düşünmediğinizdir.