Pandemi hepimizi şüphesiz ki ciddi bir şekilde etkiledi. Sosyal hayatımızı etkilemesi, daha fazla eşofmanla vakit geçirmemiz ve ofisteki kahveyi özlememizin dışında bir çok alışkanlığımız da pandemiyle birlikte dramatik bir şekilde değişikliğe uğradı. Ekran başında geçirdiğimiz zaman arttığı gibi bir yandan da kendimize ayırdığımız zaman ciddi bir oranda azaldı. En azından ben öyle hissediyorum.
Önceden ofise gitmek benim için sabah uyanıp, Londra’nın sabah soğuğu sonrası Northern line treninin cehennem sıcağına sığınmakken bir anda ofisim ve yatağım arasındaki mesafe 10 saniyeye düştü. Bu durum başta hoşuma gitse de bir çok alışkanlığım da bundan nasibini aldı tabii ki.
Kariyerime yurtdışında devam etmeye karar verdiğimde beni en çok motive eden şeylerden birisi sürekli yeni bir şeyler öğrenmeye olan ihtiyacımdı. Bu yüzden İstanbul’dan ayrılırken tüm kitaplığımı Maltepe Belediyesi’ne bağışladıktan sonra kendime verdiğim “Bir daha fiziksel kitap almayacağım, hepsini kindle’da tutacağım” sözünü bile çok hızlı bir şekilde çiğnemiştim. Bu yüzden olacak ki kitaplığım çok hızlı bir şekilde büyümeye devam etti.
Özellikle 2019 yılı firmamdan da gelen yıllık £1500’luk eğitim bütçesiyle birlikte kitaplığım ve öğrenme hızım açısından altın yılını yaşadım.
İşte tam bu yılın ardından gelen pandemi ile birlikte her şey değişmişken, yıl başında çok eski bir dostum olan Buğra imdadıma yetişti. Yine “Ne olacak bu dünya ekonomisi” üzerinde konuşurken nasıl olduysa beni bir şekilde günde 100 sayfa okumaya ikna etmesiyle işler değişti. 2019 yılında 22 kitap okumayı başarmışken, 2020-2021 boyunca sadece 3 kitap okumaya vakit bulmuştum. Bu arada yanlış anlaşılmasın, asla kitap okumayı “entel bir tavır” ile övmüyorum. Zira benim için önemli olan şey merak ettiğim ve kendimi geliştirmek istediğim konularda tatmin edici bir bilgi edinmek. Bu çoğu zaman çok belirli konular için makaleler, youtube yayınları ya da podcast üzerinden yeterli olabiliyor. Ancak bir video ya da konuşmanın bir konuyu kitapta olduğu kadar derinlemesine irdelemesini beklemek de bence doğru değil. Her neyse, umarım burada üstten bir şekilde ukala ukala “kitap okuyun” mesajı verdiğimi düşünmezsiniz!
Konuya dönecek olursa, sevgili dostum Buğra sayesinde bugün itibariyle, 30 Ocak, 2022 yılının üçüncü kitabını bitirebilmeyi başardım. Ardından kendimi bir şekilde bir taahhüt ile bağlamam gerekiyordu ki sürdürebilir hale getirebileyim. Çünkü alışkanlık kazanmak, bir şeyin sürekliliği için ne kadar önemliyse bir taraftan da bu alışkanlığı kazandırmaya değer bir motivasyona da ihtiyacım vardı. Ben de okuduklarımı yazmaya ve paylaşmaya karar verdim.
Substack üzerinde bir bülten yaratarak Ürün Liderliği hakkında kaynak üretmek hep aklımdaydı ancak bugün attığım bir tweet’ten aldığım destekle bunu hayata geçirmeye karar verdim.
İşte bu noktaya kadar böyle geldik. Bundan sonra okuduğum kitapları ve bu kitaplardan öğrenip gerçek hayata uyguladığım tecrübelerimi sizlere buradan paylaşmaya çalışacağım.
Ancak bu bültenin mümkün oldukça interaktif olması benim için çok önemli. Böylece bu bülten sadece benim motivasyonum için değil, sizlerin de bir şeyler öğrenmeye devam edebileceği bir yer haline gelebilsin. Bu yüzden sizler için bir geribildirim formu hazırladım.
Daha önce de söylediğim gibi, burada bol bol kitaplardan bahsedeceğiz ve tartışacağız. Bunun yanında liderlik ve yazılım geliştirme kültürü konularında da bildiklerimi paylaşmaya devam edeceğim. Bol bol yöneticilik ve kullandığım kimi yöntemlerden bahsedeceğim. Özellikle kariyerinde yöneticilik düşünen yazılımcılara faydalı çok fazla içerik üretmeye çalışacağım.
Şimdilik hoşçakalın! Gelecek sefer yeni bir kitabı ve ürün ekiplerindeki önemli rollerden biri olan “Staff Engineer” ya da “Tech Lead” rolünü inceleyeceğiz. Bir yönetici olarak yaptığım hataları ve çıkardığım dersleri sizlerle paylaşacağım.
Tüm bunları kaçırmak istemiyorsanız hemen abone olabilirsiniz! 👇👇